27 Ağustos 2008 Çarşamba

REKLAMLARI İZLEDİNİZ

Takip edenler ( varsa) bilirler, ben televizyona reklamlarını hiç sevmem ve sık sık eleştirir ya da alay ederim. Ek bir bilgi daha, özel televizyon hizmeti veren bir kurumdan hizmet alıyorum ve alışılmış kanalların hiç birisini seyretmem, dolayısıyla reklamlardan olabildiğince yalıtılmış yaşıyorum. Ama ne kadar yalıtılsanız da fayda etmez, yine de bir yolunu bulup hayatınıza giriyorlar.

Bir çikolatalı gofret reklamı var örneğin. Gencecik kızımız internetten erkek arkadağının "profiline" bakıyor, orada filanca kızla fotoğrafını görünce çok kızıyor, hemen kankasını arayıp dert yanıyor. Telefonu kapatırken kitaplar devriliyor, bir kutu düşüyor falan gibi muhtelif talihsizlikler daha oluyor. "Öfff" derken çekmecede bir çalar saat çalıyor. Çekmeceyi açınca onlarca reklamı yapılan ürünün üzerinde bir çalar saar görülüyor. Kızımız bizim üründen bir ısırık alınca, bilgisayar ekranındaki sayfayı kapatıp, oğlanın fotoğrafının bulunduğu çerçeveyi de deviriyor.

Herşey bir yana, gofret yemek için çalar saat kuran birinden kime ne hayır gelir ? O çalar saati çekmeceye koymak nasıl bir akıldır ? Bir gofret yiyince erkek arkadaşını bırakan kız imajının hedef kitlesi nedir ? Bayıla bayıla yediğim gofreti şimdi yerken aklıma bunlar takılıyor yahu. O zekaya sahip kızımızı, çekmecedeki çalar saati ısırmadığı için de özellikle tebrik etmek istiyorum ben buradan.

Tahmini hedef kitle : "Erkek arkadaşlarının internette başka kızılarla fotoğraflarını görünce sinirlenen kızlar."
Tahmini mesaj : "İlişki dediğin, bir ısırık kadar sürer."

Evinde başka bir ülkedeki kızıyla internetten yazışan bir babanın, kızının aniden gelip onun şaşırtması üzerine kurulu bir reklam var. O kız eve öyle gelip de babasının gözlerini kapatsa, bence o adam kalpten ölürdü. Hadi ölmedi idyelim kendine gelmesi en az bir 10 dakika sürer, kendine geldiğinde de sarılamk yerine ya küfreden ya da döverdi. Zaten söz konusu firmanın bu konudaki bütün reklamları "duygusal" konular üzerine. "Sömürü" demeye dilim varmıyor.

Bir zamanlar, "Reklamlar" ön duyurusuyla hayatımıza dahil olan reklamların şimdi bir de izlediğiniz ( izlemeye çalıştığınız) filmin ortasında zart diye hayatınıza giren çeşitleri türedi. Bunların bir yerinde "Tanıtıcı reklam" gibi bir mesaj yazılı oluyor. Ötekiler tanıtıcı değil de bir tek bunlar mı tanıtıcı, nedir anlayamadım. Genellikle hep aynı kurumun reklamları aynı kanalda bu şekilde yayınlanıyor. Bir tür sponsorluk söz konusu sanıyorum. Ve tabi ki, bu kuşakta fazladan bir ücret talebi de aynı sözün konusudur. Milleti baymak ve markadan soğutmak için fazladan para vermek, benim ne olduğunu anlayamadığım bir düşüncenin ürünü sanıyorum. Asıl reklam kuşağının spotu bu tanıtıcı reklamdan sonra yayınlanıyor.

Öyle kontrolsüz giriyorlar ki bunlar, kanal değiştirene kadar bir kısmını seyretmiş oluyorsunuz. Hatta bunlardan bir banka reklamı bende "duyduğum anda ayağa kalkıp mutfağa ya da tuvalete gitmek" gibi bir şartlı reflekse neden oldu. Ayıptır söylemesi, tam tuvaletten çıkarken müziği duysam tekrar geri dönmem gerekiyor. Böbreklerime işlemiş işte, düşünün.

İzlemeye başladığınız ( ve izleyebileceğinizi sandığınız) bir film ya da dizinin başıda ( Film yayınlayan kanal var mı hala ?) "Bu programda interaktif reklam uygulaması yapılmaktadır." uyarısını gördünüz mü, bilin ki yandınız. Filmin orasından burasından, tüp gazlar, pet şişe suları, merdivenler ve yeni moda ısıtıcıların fırlamasına hazırlıklı olmanız gerekiyor. Filmin en heyecanlı sahnesinde, olayın olduğu bittiği yerin üzerinden şansınıza ne geçecek bilmem artık. Allahtan bazı kanallar bu sırada görüntüyü küçültmeyi akıl ettiler de, seyrettğiniz her neyse onun içine hepten etmiyorlar hiç değilse. Haberlerde bile yapıyorlar bunu. Zaten haber seyrederken ekranın alt üçtebiri o anda seyrettiğiniz haberin reklamlarına ait, bir de bir yerden bunlar çıkıca ortalık karmakarışık oluyor.

Ya fonunda müzik olan herşeyin altında beliriveren "bu müziği cep telefonu melodisi olarak kullanmak istiyorsanız bilmemkaça mesaj atın" uyarısı. Medya sistemine bulaşmış bir virüs olduğunu düşünüyorum ben bunun. Gerçek ya da kasıtlı olamayacak kadar saygısız zira.

Televizyon reklamcılığı dendiğinde benim aklıma, "kanalların gelir sağlamak için, program aralarında yayınladığı tanıtım ve promosyon amaçlı kısa görüntüler" geliyor. Oysa gördüğüm kadarıyla şu anda televizyonculuk "reklam aralarına bir şeyler sıkıştırmak" şekline dönüşmüş durumda.

20 dakika sonra başlayacak dizinin reklamını yapmak, dizinin o günkü bölümünü yayınlamadan önce, geçen bölümlerin özeti adında içine reklam sıkıştırılacak bir bölüm yayınlamak, o özetin arasına bir sürü reklam sokuşturup o anda izlediğiniz ( izlemeniz gereken) dizinin de reklamını yapma saçmalığını sergilemek benim gözlemleyebildiğim ( bana denk gelen) yeni uygulamalar arasında.

Hoş, yayın programında ana haber bülteninden sonraki bütün geceyi sadece bir tek diziye ayırmış kanaldan da zaten ne bekleyecektik ki.

Bu reklam olgusunda sık rastlanan bir başka uygulama da "Ünlü birisini" oynatmak. Elin futbolcusunun traş olduğu jiletle ben neden traş olmak isteyeyim? Başka bir elin, ünlü bir şoförünün kullandığı lastikten bana ne ? Sanki adam lastiğe para verip taktırıyor. Kim sponsorsa onun lasitiğini kullanıyorsun kardeşim, bizi mi uyutuyorsun. Nerdeyse menapoza girecek kadını sırf ünlü diye neden hijyenik kadın bağı reklamında oynatıyorsunuz ki ? Ülkemin sayılı müzisyenlerinden birisi neden fındık pazarlıyor ? Pazarladığı fındığın neden illa ki "aganigi naganigi" özelliğini vurguluyor ? Konuyla ilgili bri sağlık prolemi mi var ?

Bu yılın ilk 5 gününde devam eden ( en son 5 Ocak'ta gördüm reklamı) bir otomobil firmasının düzenlediği kampanyalı araç satışı konulu reklamın altından "kapmanyamız 31.Aralık.2007 tarihinde son bulacaktır" geçtiğine de şahit olmuş biri olaak, reklamlardan çok falza bir şey ummuyorum. Ama hiç reklam seyretmeme hakkımın olmasını istiyorum. Reklamları göstermeyen bir televizyon uygulaması başlarsa da sanırım ik abonesi olacağım.

Son olarak, bu her yeri reklama boğan kanalların yayınladıkları dizi veya filmlerdeki reklam isimlerini bulandırma özellikleri de ne iştir, onu da anlamıyorum.

Ve son olarak kusturacak düzeye gelen reklamlar :

1. "Dibi datti dada da"" diye sinir bozucu bir müzikle başlayan, minik beyaz adamların kırmızı zemin üzerine acayiplikler sergilediği reklam. Orijinal fikir zaten başka bir reklamdan alıntıydı.

2. Şapkasındaki sarı anteni bir kapıya sıkışan kız çocuğunun ortalıkta dolandığı akıllara zarar reklam. Bir gün sünnet kliniği açarsam benzer bir reklam kullanmayı düşünüyorum ben de.

3. Sevimsizlik abidesi bir robotun marka yaratığı olarak yıllardır ortalıkta dolandığı reklamlar dizisi. Mağaza vitrinlerini gördüğümde bile tüylerim diken diken oluyor, alacağım varsa da almam.

4. Teknoloji özürlü yapmacık teyzenin, oğlu, kızı, gelini, torunu ve bilumum akrabalarıyla teknolojik ürünler hakkında konuştuğu reklam serisi. O kadar teknoloji özürlü bir teyze sizin dükkanı tercih etse ne olur olmasa ne olur. "Hiç bir şeyden anlamayanlar bizi tercih ediyor" gibi bir mesaj mı vermek istiyorlar anlayamadım.

5. "Filanca teyze" imajıyla bir aralar süperkahramanlığa da soyunmuş olan, mütemadiyen yanında çamaşırsuyu taşıyan, beyaz dostu teyzenin kullanıldığı reklam serisi. Gencecik kadına teyze demek bir yana; suyunu çıkardılar reklamın, eminim bembeyazdır.

6. Ünlü bir komedyenimizin ( ki ününü sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum) telekomünikasyon dünyasında ki savaşın içine çekildiği ve bilumum akrabalarını da oynattığı reklam serisi. Kendisi ev telefonunu ne kadar kullanıyor çok merak ediyorum.

7. Ş harfinin üzerine basa basa ( ve tahminen yakın çevreye tükürük saça saça) ürünün adını söyleyen adamın bir firmadaki maceralarının işlendiği reklam serisi.

8. Eciş bücüş, hilkat garibesi yaratıkların bir içecek otomatının içindeki maceralarının anlatıldığı reklam serisi. Gören de içeceği ben parayı attıktan sonra orada üretiyorlar sanır.

Siz bırakın reklam falan izlemeyi, ben sizin için düzenli aralıklarla derliyorum işte. Reklamları bırakın beni izleyin. En güzel reklamlar sadece Semazem'de :)

22 Ağustos 2008 Cuma

Gar Lokantası - Ankara

Hemen söyleyeyim, Gar'da değil. Filistin sokak üzerinde, Gaziosmanpaşa'da.

Ankara'aki en favori lokantamdır. Evime yakın oluğu için yıllardır giderim. Yazın bahçesine doyulmaz. Kışın duvarları Atatürk fotoğraflarıyla bezenmiş iç mekan da ayrı güzeldir.

Yerinize oturmadan önce gidip sulu yemeklere ve mezelere bakarsınız. İstediklerinizi orada görerek söyler, tabağa istediğiniz kadar koydurursunuz. Bir sürü değişik ot türünden değişik mezeleri vardır. İsimlerini bir türlü öğrenemedim :)

Sulu yemekleri vardır. Izgara ve balık çeşitleri oldukça zengindir. Tatlı çeşitleri boldur. Duble kaymaklı ayva tatlısı için kışı beklemeniz gerekir. Pide fırından sıcak sıcak çıkar ki, "yemek yerine sadece pide yesem nasıl olur" diye düşünmeden edemezsiniz. Hepsi samimi ve güler yüzlü olan garsonlarına "Şef bana bir bal muz kaymak yapsa ya." derseniz de sizi geri çevirmezler. Arnavut ciğerini "Bir tavada çevirseniz." derseniz, arnavut ciğeri hemen gider ve bir kaç dakika sonra daha da harika olarak geri gelir.

Yazın, Cuma akşamları kuzu çevirme vardır.

Bölgede oturan bir çok yabancı ve Ankara'nın muhtelif "ileri gelenleri" daimi müşterileri arasındadır. Ha bir de ben :)

5 Ağustos 2008 Salı

Mysia Otel - Dikili - İzmir

4 yıldızlı ve herşey dahil bir otelimsi tatil köyü.

Odalar normal. Minibar var fakat kilitli ve kullanılamıyor. Kullanmak istediğinizde "çalışmıyor" diyorlar. Havlular dünya üzerinde başka bir havlunun sahip olmadığı ölçülerde. Ya atkı gibi uzuyor ya da vücudu sarmayacak kadar kare. Her halükarda kurulamıyorlar.

Yemekler rezalet. Servis neredeyse yok. Açık büfe adı altında bir pislik yuvası. Bilmem kaç yüz kişiye 18 litrelik bir su şişesinin bağlı olduğu su makinesi yetişmeye çalışıyor. Bardaklar kirli.

Sabah kahvaltısına indiğinizde dün gece menüde ne olduğunu kahvaltının kurulu olduğu yere bakarak rahatlıkla anlayabilirsiniz. Pirinç parçaları, balık kılçıkları hala ortalıkta duruyor.

Kahvaltıdaki bal görülmeye değer : Kıvamı, rengi ve kokusu bu kadar bala benzeyen bir şeyin tadı nasıl olur da bala hiç benzemez, inanılır gibi değil.

Yıldız şeklinde sıçsam, bir tanesini bile o otele vermezdim ve lakin 4 yıldızlı kendileri.

Sitesi de böyle zaten.

Haşimoğlu Otel - Ayder Yaylası - Rize

Karadeniz'in bir yerine "çok güzel" derken, diğer yerleri gücenir mi diye düşünüyorum.

Ayder Yaylası'nda, bütün otel ve pansiyonların yayıldığı yayla alanından uzak, biraz aşağıda, gürül gürül akan nehrin kıyısında, duvarları ahşap kaplı şirin bir otel.

Odaları sıcak, temiz ve rahat. Yemekleri yöresel mutfaktan ve çok güzel. Çalışanları ve garsonları samimi, sıcak, güleryüzlü ve laz :) Sanırım fazla söze gerek yok.

Odalarda pencereyi açtığınızda içeri dolan gürül gürül sus sesi, pencereyi kapattığınızda sakin bir yağmura dönüşüyor. Otelin teras olarak adlandırılabilecek bölümü akarsuyun neredeyse üzerinde. O inanılmaz çoşkulu akan su ve muazzam sesin içinde emrinize amade çaydanlıklardan içebildiğiniz kadar çay içiyorsunuz. Çay bir harika.

Yemekten sonra, oradakilerden birine "Horon yok mu ? " demeniz, otel çalışalarının bir araya gelerek tulum eşliğinde horona başlaması için yeterli. Hatta isterseniz sizi de seve seve araya alıyorlar. Ama oyunun sonlarına doğru "haydi siz oturun" dediklerinde mutlaka oturun ve meydanı onlara bırakın :)

Otelin İnternet Sitesi Burada
Rezervasyon ve bölge turları için de önerebileceğim tek adres Ayder Turzim

Ilıada Otel - Kazdağı

Ormanın içinde, sakin ve yeşil bir huzur mekanı.

Bir tur kapsamında bölgeyi gezerken, 2 gün boyunca konakladım. Odaları geniş ve temiz. Klima yok. Bazı odaların camlarında tel de yokmuş.

Yeşilliğin içinde, çok sakin bi yer. Otel alanı içinde bir çok farklı mekan düzenlenmiş. Sallanan koltuklar mı ararsınız, gözden uzak köşelerde masa ve sandalyeler mi, yoksa bahçenin uzak köşesinde bir çardak mı ?

Yemekler gerçekten çok güzel. İşin başında "Mahmut Usta" var. Pat diye mutfağa dalıp bir şey istediğinizde, siz daha sözünüzü bitirmeden hazırlamaya başlıyor.

Otelin, bana değişik gelen en büyük özelliği, bir domuz avı mekanı olmasıydı. Otelin her köşesinde domuz ve benzeri vahşi hayvan kalıntıları var. Duvarlar domuz dişleriyle dolu. Avlanan domuzların dişlerini alıp gerisini gömüyorlar. Dişlerin büyüklüğü ise avcı için asıl övünç kaynağı. O dişlerin özel bir sergileme şekli var.

Otel alanı içinde gezerken bahçenin bir köşesinde bir sürü köpeğin farklı bölümlerde tutulduğu bir minik "köpek bahçesi" var. Daha önce hiç görmediğim türde bir kaç köpek vardı. Sorduğumda av için özel yetiştirilmş hayvanlar olduklarını öğrendim.

2-3 km.'lik bir mesafede Bağlı köyü bulunuyor. Ormanın arasına açılmış toprak bir yoldan rahatlıkla yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Köyün çocukları geldiğinizi görünce çiçek toplayıp sizi karşılıyorlar. Köy meydanında Adile Teyze'nin çay bahçesi, dünya tatlısı Adile Teyze, şipşirin bir bahçe ve "binmezseniz olmaz" iki adet salıncakla sizi bekliyor.

Otel avcılık dışında jeep safari, atıcılık, at gezintileri, mini golf gibi hizmetler de veriyor.

İnternet Sitesi Burada

Cerciş Murat Konağı - Mardin

Eski Mardin denilen bölgede, "Mistik Mardin Yemekleri" olarak adlandırdıkları orijinal yemekleri ve ilginç menüleryile sevimi bir taş konak. Kalabalık olduğu zamanlarda önceden rezervasyon yaptırmanız ve ne yiyeceğinizi önceden söylemeniz gerekiyor. Yiyecekler ona göre hazırlanıyor. İnternet sitelerinde ayrıntılı mönüleri var, oradan seçip söylüyorsunuz.

Daha önce defalarca gitmiş olan arkadaşlarım beni 170 km. öteden akşam yemeği için buraya götürdüler. Ve lakin gecenin sonunda "senin şanssızlığın" demek zorunda kaldılar.

Siparişlerin bir kısmı gelmedi, bir kısmı yerine de söylemediğimiz şeyler geldi. Bir tandır nasıl bu kadar lezzetsiz olabilir. Ve hatta tandır nasıl buz gibi olabilir, ilk defa orada gördüm.

Garsona seslendiğinizde duyuyor ama duymazdan geliyor. 20-30 saniye sonra da sanki ben yeni seslenmişim de o da yeni duymuş gibi abartılı bir davranışla cevap veriyordu.

Ama cevap vermesi hiç bir şe yaramıyordu. Zira istenenlerle gelenler arasında nadiren bir benzerlik oluyordu.

Gecenin sonunda 20 dakika boyunca belki 10 defa irmik helvası istedik adamdan, her seferinde ortaya hazırlatıyorum dedi. Biraz sonra iki porsiyon bir şey getrip önümüze koyup gittik. Sonra biraz yukarıda bahsettiğim seslenme-cevap verme ritüeliyle kendisine ulaştığımızda getirdiği şey için "un helvası" dedi. Biz irmik istedik dediğimizde "yok" dedi.

Mekan belki güzel ama sanıyorum müşteriye bir doygunluk oluşmuş. Yoksa bu şekilde bir hizmetle şu andaki yerlerinde bulunmalarına imkan yok.

İnternet Sitesi Burada

Mavi Göl Otel - Hazar Gölü - Elazığ

Hazar Gölü'nün kıyısında, Elazığ'a 20 km. uzaklıkta, 2 katlı şirin bir otel .

Odalar geniş, temiz ve rahat. Havlu ve hatta bornozlar yumuşacık. Göle bakan traftaki odaların manzarası keyifli. Aile odası tarzında iki katlı odaları var. Gayet geniş ve temiz gözüken bir yüzme havuzu var. Göle girilebiliyor ve hemen otelin önünde; 5-10 dakika yürümeniz gerekiyor.

Pazar günü gittiğim için yakınlardan gelen çok fazlaydı, kıyı oldukça doluydu. Göl suyu kıyıda biraz bulanık duruyor.

Mevsim dolayısıyla yemek havuz başındaydı. Işıklandırma yetersizdi, masa ve yemekler pek rahat görülmüyordu. Servis biraz yavaş ama yiyecekler oldukça lezzetliydi.

Göle doğru giderken bir tentenin altında gözleme ve ayran var. Öğle yemeği alternatifi olarak değerlendirlebilir.

İnternet Sitesi Burada

Miroğlu Otel - Diyarbakır

Zorunlu bir konaklama nedeniyle apar topar bulunmuş bir otel. Diyarbakır'ın merkezinde, "Suriçi" denilen bölgede, 3 yıldızlı.

Oda gayet temizdi. Havlular yumuşacık. Televizyon, minibar var. Karşısında bir alışveriş merkezi var ama içinde ben bir şey bulamadım. Tam yanında taksi durağı bulunuyor. Havaalanına taksiyle 10 dakika. Otobüs firmalarıın bulunduğu sokağa da yürüyerek 10 dakika.

Yine yürüyerek bir kaç dakika içinde merkeze geliyorsunuz, etrafta bir sürü lokanta, kahvaltı salonu, kebapçı ve tatlıcı var. Kahvaltıda gördüğüm kadarıyla otelin lokanta kısmı da gayet temiz ve geniş.

Fiyatı gayet uygun : Ben, Kahvaltı dahil 60 YTL ödedim.

İnternet Sitesi Burada

Yine

Yine bir blog.

Gezip gördüğüm yerlede aklımda kalanları, mekan ve yemek önerilerini miniminnacık bir kılavuz gibi yazayım dedim. Benim bu tembelliğimle ne kadar yaşar, bilemem.

uykusuzluk üzre yazılmıştır 1

gözümden akan uyku nereye kaçtın madem kaçacaktın ben neden yattım sen kaçıp gidince ben bana kaldım gökte yıldızları sayar dururum kapadın ...