30 Ocak 2014 Perşembe

Sahiplerini aptal gösteren akıllı aygıtlar

Telefonlar başta olmak üzere "akıllı" elektronik cihazlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz artık. Herkesin bir şeyleri mutlaka akıllı. Akıllı telefon, akıllı çamaşır makinesi ( içindeki çamaşırın tipini anlayıp ona göre program seçiyor) , akıllı bulaşık makinesi ( az doluysa az su harcıyor) , akıllı buz dolabı ( ürünü tipine göre soğutuyor), akıllı elektrikli süpürge ( sen bırakıp gidiyorsun o evi kendilğinden temizliyor) , akıllı televizyon ( parmağını şıklatınca kanal değiştiriyor, şşşşt deyince sesi kapatyor), akllı fotoğraf makinesi ( ışığı, mesafeyi, insanların suratını, gülüp gülmediklerini, gözlerinin açık olup olmadığını ölçüp ona göre çekiyor)  ve benzeri bir sürü akıllı ürüne sahip olmak için yediğimizden içtiğimizden kesiyoruz.

İşin ilginç kısmı, bunlara sahip olanların bu cihazları kullanma şeklinin, neredeyse akılla hiç bağdaşmayan şekilde olması. Şarjı akşama kadar yetişmeyen çok pahallı telefonuyla, şarjı 3 gün giden, neredeyse bedava,  eski telefonla yaptığından fazlasını yapmayan bir sürü akıllı telefon sahibi var mesela. Hatta akıllı telefonla nasılsa fotoğraf çekmeyi başarıp, bu fotoğrafları bir daha bulamayanlar var; "oğlan buluyor bunları bizim " deyip geçiyorlar.

Akıllı çamaşır ve bulaşık makinelerinin ayarlama kısımlarını "çok karışık" bulduğu için her şeyi tek bir programla yıkayanlar var.  Çamaşır makinesinin "soğuk yıka" ayarını değiştiremediği için deterjan gözünden çaydanlıkla sıcak su ilave ediyorlar onlar da.  Akıllı televizyonunun kumandasınaki bazı tuşlara bant yapıştırıp "bunlara basmayın da karışık kuruşuk şeyler oluyor o zaman, anlamıyorum" diyenler var.

"Bu süpürgeyi evde yokken çalıştırmıyorum, ne olacağı belli olmaz; evdeyken de bir saat sonra kapatıyorum çok ses yapıyor. Ben eski süpürgeyle şöyle bir alıyorum haftada bir" diyen akıllı süpürge sahipleri var. 3 farklı objektifle birlikte aldığı koskocaman makineyle daha tek bir kareyi net olarak çekemediği için gidip cep tipi bir kamera almış ama koca çantayı da her yere yanında taşıyan kamera sahipleri var.  O fotoğrafları da bilgisaya aktaramıyorlar bir türlü; kart dolunca yeni makine alıyorlar.

Yani diyeceğim şu ki: Akıllı cihazınız kadar akıllı değilsiniz; cihazınız sizin kadar akıllı. 

29 Ocak 2014 Çarşamba

MGM Arslanı

Tarihe ışık tutan en güzel kaynak fotoğraflardır sanıyorum. MGM'nin kükreyen arslanının, bu görntüsü katydedilirken çekildiği ileri sürülen bir fotoğraf paylaşıyorum.

mgm_lion

Hayata ne verirsen onu geri alırsın!

Bir satış görevlisine öfkelenmeniz ile birkaç saat sonra komşunuzdan köpeğinizin havlamasıyla ilgili bir şikayet telefonu almanız arasında bağ kurmazsınız. Öğle yemeğinde buluştuğunuz arkadaşınızla ortak bir arkadaşınızı çekiştirdikten sonra işyerinde önemli bir müşterinizle sorun yaşamanız arasında bağ kurmazsınız. Akşam yemeğinde haberlerdeki bir şeyle ilgili olumsuz konuşmanız ile gece mide ağrısından uyuyamamanız arasında bağ kurmazsınız.

Sokakta yere bir şey düşüren bir insana yardım etmek için durmanız ile on dakika sonra market kapısının önünde park yeri bulmanız arasında bağ kurmazsınız. Akşam çocuğunuzun ödevine seve seve yardım etmeniz ile ertesi gün vergi iadesinin beklediğinizden fazla gelmesi arasında bağ kurmazsınız. Bir arkadaşınıza iyilik etmeniz ile aynı hafta patronunuzun size iki maç bileti ya da konser davetiyesi vermesi arasında bağ kurmazsınız.

Oysa hayatınızın her anında verdiğinizi geri alırsınız. Siz arada bir bağ kursanız da kurmasanız da…

(R.Byrne’nin bir yazısından)
Kaynak : http://www.kendinigelistir.com

28 Ocak 2014 Salı

Kastamonu Daday At Çiftliği Gezisi

Aşağıdaki metin Ayakizi Gezi Grubu (ve Reftur) ile yapılmış bir gezinin özetidir. Yazıda bahsi geçen Haşim insanı, bizi bir araya getiren ve bu turda keyifli zaman geçirmemizi sağlayan kişi olup, benim ( ne yazik ki) arkadaşımdır. "Haşim insanı" ifadesi, metinde "Ayakizi Gezi Grubu" yerine kullanılmıştır.

***

Efenim, bunca yıllık hayatımda gittiğim bütün gezilerden sorna birileri illa ki "Nasıl geçti ?" diye sormuştur. Ve ben de bunlara gayet alışılmış cevaplarla yanıt vemişimdir : "Harikaydı" "Ay çok eğlendik" "Ben biraz aç kaldım ama iyiyidi" "Çok sıcaktı" " vs.

Ama Haşim insanıyla gittiğim gezilerden sonra bu soruya hep çok farklı cevaplar veriyorum nedense ?

- Nasıl geçti ?
- Çok hızlıymış, plakasını bile görememiş arkadaşlar. Ahhh...

- Nasıl geçti ?
- Sen bunu bir üç gün sonra sorarsan o zaman bir cevap verebilirim sanırım

- Nasıl geçti ?
- Daha geçmedi

- Nasıl geçti ?
- zzzzzzzz...

E bile bile neden gidiyorsun diyeceksiniz. Sigara ya da diğer uyuşturucu maddeler gibi bu Haşim insanı da, fevkalade zararlı bir alışkanlık efendim. Bulaşmamış pürü pak duruken, bir yerden duyup merak ediyorsunuz, bir deneyeyim bir kereden bir şey olmaz diyorsunuz sonra bir bakıyorsunuz Kastamonu dağlarında yürüyorsunuz. Aradaki bölüm ise kopuk...

Efenim 15 Haziran cuma gecesi, gecenin bir vakti yola çıkıp, gece ile sabahın "hayır bu vakit bana ait" diye çekiştiği bir saatte at çiftliğine vardık. Karşılamaya bari bir at olsun gelir diye düşünürken baktık ki ortalık ıpıssız. Bir tek haşim insanı var yine. Atı tercih ederdik ama neyse.

O karanlığın içinde, bizi tepe lambasıyla odalara yerleştirdi. Bize düşen oda, tam olarak oda değildi aslında. Yatağın çevresine bir duvar örüp, üzerine de bir dam kapatmışlar olmuş sana oda. Yatmayacaksan ayakta durman gerek. Adımlarınız büyük değilse 1 adım atabilme şansınız da var. Tabi o ve ondan sonraki gece yorgunluğuyla merdivende de uyurduk, çok da önemli değildi oda :)

Oda demişken odanın tuvalet ve banyo bölümü penceresiz ve ışık açma düğmesi de yok. Hareket sensörlü bir ışık düzeneği kurulmuş. Yani söz konusu mekanda icra ettiğiniz faaliyetleriniz sırasında belli aralıklarla hareket etmeniz lazım. Söz konusu mekanın ne oduğunu bir düşünürseniz, söz konusu hareketlerin zorluğunu da sanırım tahmin edersiniz. Ayrıca bu hareket sensörleri, banyo yaparken perdeden dolayı sizi göremediği için , mekandaki en haraketli perormansınızda ara sıra karanlıkta kalmanız da mümkün. Perdeyi açıp, uygun bir hareketle sensörü uyarmanız lazım. Ben 2. seferde nasıl bir şey yaptıysam artık ışık bir daha hiç sönmedi... Bu rada banyoda neden pencere oladığın da anlamışsınızdır sanırım :D

Neyse efendim. ilk sabah kahvaltımızı ettik. Sonra yaylaya gitmek üzere araçlara yöneldik. Araç dediklerimden birisi traktör ve römorkundan oluşuyodu. Baktık herkes oraya koşuyor biz de hemen tırmanıp yerimizi aldık. Mesela ben 3 ayakkabı, 2 omuz, bir oturma organı arasına yerleştim. hah tamam doldu burası, hatta sıkıştık bile dedikten sonra yaklaşık 8 kişinin daha römorka binmesiyle hareket ettik.

Hareket ettik deyince, sizler daha önceki tecrübelerinizden, gitme hareketini tek yönlü olarak düşünebilirsiniz, ama bu biraz farklıydı. Araç sadece ileri doğru giderken siz bunun yanı sıra yukarı, aşağı, geri, sağa, sola, öne, arkaya doğru da gidiyordunuz. Dün gece eve geldiğimde çamaşır makinesinin sepetine attığım eşyalarımın bu gece yıkanırken neler hissedeğini artık çok iyi biliyorum. Her ne kadar onların organlarının yer değiştirmesi söz konusu değilse de, yine de onlara acıyorum.

Bu arada Haşim insanının oradan bir grup zavallıyı geçireceğine ihtimal vermediği için doğaları gereği büyümüş ve dallanmış olan muhtelif ağaçların, muhtelif kalınlıklardaki, muhtelif dalları, muhtelif aralıklarla biz römork yolcularının muhtelif yerlerine çarpmak suretiyle Haşim'in muhtelif defalar muhtelif şekillerde anılmasına da sebebiyet vermiştir. Öyle ki, dallar tarafında süpürüle ittirile gitgide önden arkaya doğru bir yığılma oldu. Başlangıçta arkada yan yana oturanlar, yolculuğun sonunda üstüste ve hatta iç içeydiler. Dalga geçiyorum sanırsınız ama, inerken benim cebimde bir ayak ve bir diz vardı vardı.


Sonra traktörden inip, bulabildiğimiz organlarımızı yerlerine yerleştirip biraz yürüyerek ağaçlarla çevrili bir alana geldik. Bizden önce minibüsle gelen grubun da benzer bir eziyet çeksinler diye onlarda yarı yolda inidrilip yürütüldüğünü öğrendik. Sonra mangallar yanarken bir grup yürüyüşe gitti. Biz oraların keyfini çıkardık. Sonra gidenler döndü, yemekler yenildi, buz gibi kaynak suyu ve mis gibi çaylar içildi.

****

Haşim ile tura gidenler ( allah cümlemize sabırlar versin) bilirler ki, otobüs daha hareket ederken Haşim önümüzdeki turun bir özetini yapar. Şunu yapacağız, bunu yapacağız diye. Tabi hepimiz de bunu keyifle dinleriz. Ama Haşim insanı, bu geziyi anlatırkenher şeyi aynı yorum ve vurguyla anlattığı için de bütün geziyi sakin sessiz bir yer sanırız.

İşte biz de o laf arasında bir madde olarak geçen "Ondan sonra isteyenlerle doğada 9 kilometrelik bir yürüyüş yapacağız. Yaklaşık 2.5 saat sürecek" kısmını sanki Haşim insanının "söylediği" gibi değil de "anlattığı" gibi basit bir yürüyüş sandık. Hayır adam zaten iki lafı bir araya zar zor getiriyor,ondan bir de vurgu beklemek yanlış olur zaten...

İşte biz de bu basit yürüyüşe katılalım dedik. Öyle ya doğada 9 kilometlerlik bir yürüyüş, 2.5 saat sürecek....

Bu 9 kilometrelik parkurun, bize göre 10. kilometresinde ( ki tam ortasına denk geliyor) Haşim'in "yağmaz herhalde" dediği hava yağmaya başladı. Yağmak derken bildiğiniz yağmurla bir alakası yok bunun. Bildiğiniz denizin bildiğiniz gökyüzünden aşağı düşen hali gibi bir şey daha çok. Hadi hazırlıklı olanlarımız yağmurluklarını giyerek nisbeten ıslanmaktan kurtuldular. Lakin hazırlıklı olmayanlarımız sırılsıklam oldular. Üstelik daha dünyanın yolu da vardı. Benim "en az 40 kilometre" olduğunu iddia etmem rağmen Haşim insanının ısrarla 9 klometre olduğunu savunduğu 2,5 saatlik yürüyüşü yine de sağ ve salim ( bazılarımız ıslak) olarak tamamladık. O gece ve ertesi gün de üşüten ya da hastalanan yoktu. Nur içinde yatsın, Fevzullah ağabeyi saymıyorum tabi :)

Gezinin en maceralı olan kısmı , bana göre bu ilk gündü. Akşam başka minik bir yağmurun sonrasında serinlemiş havada, yanan ateşin başında üşüyen yerlerimizi ısıtarak yemeğimizi yedik. Soba ile mükemmel ısıtılmış olan odaya sığınanlarımız, başka sıcak yer olmadığı için mecburen Haşim insanının fotoğraf gösterisini izledi.

Neyse efenim, ertesi gün sabah kahvaltısı, at binme, at inme, attan korkma, at hapşırığına maruz kalma, at peşinden koşma, at kişnemesi dinleme, at fotoğrafı çekme etkinliklerini müteakiben odun ateşine sacda pişmiş etli ekmekleri mideye indirip sorna da çiftlikten ayrıldık.

Hani ben gittim siz gitmeyin diye söylüyorum. Giderseniz de sakın bu Haşim insanına kanmayın, detaylı olarak sorup sorulturun. Hele ki "yağmur yağmaz" derse şişme ördek bile alın yanınıza.

Ha ben belki bu hafta sonu yine giderim, ama siz bana aldırmayın. Ben bağımlısı oldum artık, siz kendinizi kurtarın :)

Benim objektifimden bunları izlemek isterseniz buraya tıklamanız gerekiyor. :)

Erkek Erkeğe Mutfak Sohbetleri : Pilav

Öğlen yediğim pilavın tadını hiç beğenmedim. Yalnız tadı değil kıvamı da çok kötüydü. O halde bu iş nasıl yapılıyor diye yazayım, herkes bu engin bilgilerimden faydalansın istedim.

Efendim, pilav yapmanın 4aşaması vardır: ayıklama, ıslatma, pişirme, demleme. Bu aşamalardan önce biraz ana maddemiz olan pirinçten bahsetmek istiyorum.

Beyler, marketten alış veriş yaparken paketlerin üzerini okuma alışkanlığınız yoksa bile pirinç alırken mutlaka okuyun. Bu pirinç denen nimetin benim sayabildiğim kadarıyla 17.543 çeşidi var. Marketlerde en fazla 10-15 tip bulunuyor ama olsun : Baldo, lüks baldo, kırık, çıkık, yaseminli, jasminli( ukalalar) , öz hakiki baldo, pilavlık, dolmalık, çorbalık, salatalık, kepekli, glutenli, gluteni alınmış, gluteni alınıp sora yeniden koyulmuş, nişastası hafifletilmiş, ayıklanmış, ayıklanmamış, ayıklayacak çocuk gelmediği için üzerinde ayıklanmış yazmasına rağmen paketin üzerinden taşları görünen.......

Hangisini seçmeniz gerektiğine siz karar verin, ben lüks baldo deneni kullanıyorum kendim alıyorsam. Önemli olan hangisini seçmişseniz bir daha hep onu almak. Çünkü bu pirinçlerin her birinin ayrı huyu var ve bütün tarifler bir yana, onu zamanla öğrenip doğru tadı buluyorsunuz.

"Kendim alıyorsam" dedim ya, bizim bir yerlerde bir tanıdıklarımız varmış, onlar , sağ olsunlar, bize çuvalla gönderirler pirinci. Annem de yarım çuvalı bana verir. (Sanıyorum Çinli bu tanıdıklar. ) Dolayısıyla benim pirincin cinsi "annemin pirinci". Tarifleri buna göre vereceğim.

Bir de Tosya ( Kastamonu'nun mis gibi çeltik kokan bir ilçesi) denen yerden geçiyorsanız, yol kenarında pirinç satanlara denk gelirsiniz. Oralarda durup pirinç alacaksanız sakın muhabbet etmeyin, pirinçlerin adını sormayın, gözünüze kestirdiğinizden alın ve yola devam edin. Zira inanılmaz şirin Kastamonu şivesiyle size pirinçleri anlatmaya başlayan o teyze ve amcalar hayatınızın geri kalanında fobi geliştirerek pirinçten korkmanıza neden olabilirler : "Matellü de alabülü, sarıgılçık da. Hepisinde az az verem, hepisi ayrı gözel. Aha buna suyu az koya, buna yarım koya, aha buna bibıçık koya ama kavurmaya. Bunu daşı oğmaz, bunda olu, ayıklamadan yüme. Ba bundan da vere isteğsen. Neççen sen, dolma diysen bununki güzel olu, pilav diye aha bu." Anaaa, bizim bildiğimiz pirinç Tosya'da destan olmuş da haberümüz olmamuş . Beni dinleyin hemen "götün götün gaçıverü" oradan. :)

Neyse efendim. Pirincimizi seçtik artık. Başlayalım pilavımızı yapmaya.

İlk aşama ayıklamadır dedik. Malum "pirincin taşı" olur. Bu taştan bir şey olmaz diyenler, samimi bir diş hekiminiz yoksa sözümü dinleyin, mutlaka ayıklayın. Bu ayıklama işi için genişçe bir tepsi kullanılıyor. Bir su bardağına pirinç doldurun ve bunu tepsinin bir kenarına tepeleme yığın. Tepsiyi alıp aydınlık bir yere gidin. Oturup tepsiyi dizinize koyun ve o tepeden ellerinizle pirinçleri yaya yaya tepsinin boş olan kısmına doğru çekin. O sırada taşları bulun ve alıp tablaya atın. Pirinçlerin arasında gördüğünüz kahve tanesi, uzaktan kumanda tuşu, kırmızı kalp gibi nesneler muhtemelen tepsinizin desenleridir, heyecanlanmayın. Koyu ve düz renkli zemini olan bir tepsi bu iş için en idealidir.

"Yok aydınlık yer, yok dizimize koyalım ne yahu bunlar. Ben ayaküstü beş dakkada ayıklarım onu" diyen sevgili hemcinslerim, istediğiniz bütün yöntemleri deneyin. En sonunda varacağınız nokta benin tarif ettiğim olacaktır :)

Ayıklama işi bitince pilav yapımının en ciddi ve en beceri isteyen yerine gelinir : "pirinçleri tepsiden ıslatacağınız kaba boşaltmak". Hanımların "pıt" diye yaptığı bu işlem biz erkekler için tam biz zulümdür. O koskoca tepsiden, o kaba o pirinçler bir türlü geçmek istemezler. Tezgahın üstünü ve yeri tercih ederler genellikle. Bu işlemi tamamladıktan sonra ilk başladığınızın yarısından daha fazla pirinciniz varsa başarılı olmuşsunuz demektir.

Pirinçleri kaba aldınız. Onları iyice yıkamanız lazım. Pirinç zor yıkanır. Kabı defalarca suyla doldurup boşaltmanız ve pirinci bir kaç defa suda bekletmeniz gerekir. Günümüzde büyük şehirlerde bahsedilen su sıkıntısında pirincin ciddi bir yeri vardır. İster inanın ister inanmayın.

Yıkandığına kanaat getirdiğiniz pirinci şimdi "ılık" suda biraz bekletmeniz gerekir. Bu sırada suya bir çay kaşığı da tuz atmalısınız. Bu bekleme süresi pirincin cinsine göre değişecektir. Ben fazla acele ettiğim zamanlarda 20 dakika kadar, zamanım varsa 1 saat kadar bekletiyorum. Su ılık derler ama soğuk da olur. Yeter ki sıcak olmasın, o zaman pişiyor çünkü.

Islatma aşamasından sonra artık pişirme bölümüne geldik. Ayıklanan ve ıslanan pirincimizin ıslatma suyunu döküyor, bir kaç kez daha yıkadıktan sonra :

1. tencereye alıp 10-15 dakika kavurur, yağ,tuz ve su ilave eder
2. tencereye su, tuz ve yağ ilave koyup, sonra pirinci üzerine ekler
3. tencereye yağ koyar, pirinci yağla iyice kavurur üzerine tuz ve su ilave eder
4. tencereye su koyar, su kaynayınca pirinci, yağı ve tuzu ekler

sonra kapağını kapatarak, kısık ateşte, suyunu çekinceye kadar pişiririz.

Yukarıdaki 4 çeşit ve annenizden duymuş olabileceğiniz birkaç çeşit daha pilavın farklı pişirilme yöntemlerinden biridir. Sonuçlar arasında ciddi farklılıklar olduğunu söyleyemeyeceğim. Tabi pirinçleri kavurduğunuzda renkleri siyaha dönmüş ve bir kısmı da patlamışsa bilemem :)

"Annem yaptığında da arada koyu renkli pirinçler oluyordu ama" diyenler, onlar şehriye ;)

Tavuk ya da et suyu kullanacaksanız haricen başka yağ koymayınız.

Burada önemli olan koyacağınız su miktarı. Pilavla ilgili yapılan muhabbetleri uzaktan dinleyenler matematikçiler ya da bahisçiler aralarında bir konu tartışıyorlar sanabilirler, zira "bireiki, birebirbuçuk, önce bireiki koyup sonra yarım daha ilave ettim" gibi sözler sık kullanılır. Burada bahsedilen ne kadar pirincin ne kadar suyla pişirileceğidir. En genel kavram "1 bardak pirince 2 bardak su" olanıdır. Tabi burada sizin tepsiden kaba ve kaptan tencereye aktarmayı başarabildiğiniz kadar pirincin oranından bahsediliyor. Ona göre 2 katı kadar su koyacaksınız.

Bu oranın gerçek olanı zaman içinde kullandığınız pirince göre sizin tarafınızdan öğrenilecektir. Hatta suyu az gelen pilava su ekleme ( pişmiş aşa su katma) tekniklerini de öğreneceksiniz zamanla. Güzel pilavın sırrı ona zaman ayırmakta ve önceleri çok kötü pilavlar yemekte :)

Pirinciniz suyunu çektiğini kaşıkla şöyle bir karıştırarak anlayabilirsiniz. Ocağın altı kısık olduğu için bu su çekme yaklaşık olarak 20 dakika sürecektir. Ocağın altını çok açarsanız su daha çabuk çeker ama pilav pişmez. Arada tahta kaşıkla biraz tadına bakıp istediğiniz gibi olup olmadığını kontrol edin. Size pişmiş geliyor ( muhtemelen yanılıyorsunuzdur ama olsun) ve hala suyu varsa kapağı ve ocağın altını biraz açıp kalan suyu daha çabuk buharlaştırabilirsiniz.

"Neden tahta kaşık kardeşim ben metal yemek kaşığıyla bakacağım" diyorsanız "bakın o zaman" derim. Bakınca neden tahta kaşık dediğimi anlarsınız. (bkz : yanıkta acil yardım)

Pilavınızın suyunu yeterince çektiğine ve olduğuna kanaat getirince altını kapatıyoruz. Burada demleme aşaması başlayacaktır.

Demleme dediğimiz "pilavın içindeki buharın , pilav sıcaklığını kaybetmeden, yoğunlaştırılarak pilavdan uzaklaştırılması tekniği"dir. Yani "temiz bir bez ya da bir kağıt havluyu tencerenin ağzına koyup kapağı kapatın, 15 dakika bekleyin" demektir.

Benim pilav için ayrı havlum var valla, sizi bilemem.

İyi bir pilavda pirinç taneleri normal hallerinde tek tek durmalıdırlar. Kaşığı ( çatalla yiyenler de varmış) daldırdığınızda taneler serbest salınımla kaşıktaki yerlerine karar veriyor ve bazıları nazikçe tabağa geri düşebiliyorsa bu iyi bir pilavdır.

Kaşığı daldırdığınızda, taneler kaşığın aralarına girmesine izin vermiyorsa, kaşığı kaldırırken tabak da birlikte geliyorsa, ağzınıza attığınız kısımdan kaşık geri çıkmıyorsa, ağzınızda çiğnediğiniz nesne ilkokul 4. sınıfta öğretmen sizi yakaladığında korkudan çiğnediğiniz kopya notlarınızdan daha kötüyse, pilavı bıçakla keserek yemeniz gerekiyorsa, pilav, pilav olmamış demektir.

Burada kendi ürettiğim bir özlü sözü sizlerle paylaşmak isterim :"Çok su lapa, az su lata"

Şimdi beyler; oturdunuz yiyorsunuz, tadı gayet güzel olmuş, mutfak zemininde 70 ve mutfaktan oturduğunuz yere kadar olan mesafede sizi takip eden 30 taneden daha az pirinç var; kendinizi son derece başarılı ve hatta neredeyse Mengenli hissediyorsunuz. O halde son bir test, elinizi üzerinizdeki pantolonun cebine sokun, oradan pirinç çıktı mı, çıkmadı mı ? :)

Cümleten afiyet olsun :)

( Beyler, sabah kalktığınızda yatakta bir kaç pirinç olacak; korkmayın. O normal :) )
Ek : "Hanımlar için pilav tarifi"
1. Pirinci ayıklayın
2. Islatın
3. 1e2 su, biraz tuz ve yağ
4. Demleyin
5. Afiyet olsun

( onların sanıyorum genlerinde var :) )

Fotoğraflarımdan

[caption id="attachment_274" align="aligncenter" width="150"]Ekran Resmi 2014-01-28 18.46.00 Mikonos'ta vizör ya da ekrandan görülmeden nişan alınarak çektiğim bir fotoğraf. Sonradan renkleri ile oynanmıştır.[/caption] 

 

21 Ocak 2014 Salı

Fotoğraflarımdan

[caption id="" align="aligncenter" width="150"]cd945d84828611e3a00112619dceaeda_8 Ankara'da Samanpazarı'nda bulunan Gramofon Kafe'den bir kare.[/caption]
içimden özlüyorum seni
kimseye çaktırmadan
olduğunu unutmuş gibi yaparak

adın anıldığında kaşlarımı çatıp ilk anda hatırlamıyormuşum gibi yapıp
içimden yutkunarak

olabileceğini bildiğim yerlerden geçerken 
seni görmek için değil de
o yerde işler nasıl diye bakıyormuş gibi yaparak


uykusuzluk üzre yazılmıştır 1

gözümden akan uyku nereye kaçtın madem kaçacaktın ben neden yattım sen kaçıp gidince ben bana kaldım gökte yıldızları sayar dururum kapadın ...